26 Aralık 2012 Çarşamba


31 Aralık'ı 1 Ocak'a bağlayan yılbaşı gecesinde-bir gecede- bir şeylerin değişmesini bekleyen insanlara kızamıyorum. Ben her gece uyumadan önce yeni günden bir şeyler bekliyorum. Bir gecede bir şeylerin değişmesini. Değişmiyor. Beklediklerim hiç gelmiyor.
Ne tuhaf. Bir gecede çok kötü şeyler olabiliyorken bir gecede çok iyi şeyler olamıyor. Bir gecede hiçbir iyi şey olmuyor. Bardağın dolu tarafı hala var mı?
Annem kötü şeylerin göz açıp kapayıncaya kadar geçeceğini söylerdi, iyi şeyler de geçiyormuş söylememiş.
Ben artık gözümü açıp kapayınca kötü şeyler bile geçmiyor ki zaten.
Ben hala ne bekliyorum ki?
Ben hala kimi bekliyorum ki?
Gelmiyor.

Sende kalanları geri ver. Öncelikle aklımı.

Bu kadar fazla üzülmek için çok gencim.

25 Aralık 2012 Salı

Bana gelmiyorsanız, aklıma da gelmeyin.

Her kim olursanız olun, bana gelmiyorsanız; aklıma da gelmeyin artık. Çünkü içimden gitmenize izin vermek zorundayım artık.
Bir gün biri demişti ya hani bana. Gidenlerden biri "Let him go."
Edindirdiğiniz tecrübelere ihtiyacım yok.
Bana gelmiyorsan, aklımdan da git.

24 Aralık 2012 Pazartesi

Dünya üzerinde karşılaşana kadar varlığından haberdar olmayan biri, bir gün gelip canını sebepsiz yakabiliyor. Buna gerekçe olarak daha önce canının başkaları tarafından acımasızca yakıldığını gösteriyor ve bunu bir döngü olarak adlandırıyor. Biri senin canını yakınca, sen de karşına çıkan ilk insanın canını, hiç suçu olmadığı, sana sadece iyi niyet ve güler yüzle yaklaştığı halde, canını yakanın intikamını almak için yakabilmeyi haklı göstermeyi deniyor ama bazen öyle bir an geliyor ki, sen bu döngünün etkisi elemanı oluyorsun. Sen can yakmadığı halde canı yanan oluyorsun. Senin bu döngüdeki tek amacın birilerinin ruhsal tahmini olabiliyor ve yine sen can acınla ortada piç gibi kalan insan olabiliyorsun.
Şimdi sıra döngüdeki sıranın gelmesini beklemekte ama eminim ki, sen bu saflıkla sıranı savıp yine canı yanan taraf olmayı beklersin.
Ben artık istiyorum ki, sadece bana ait bir evde tek başıma yaşayayım. Ben artık istiyorum ki, tüm -yakınlarımla- yakın sandığım uzaklarımla- arama mesafeler koyayım. Ben kendi arkadaşım olayım, kendi annem, kendi babam, kendi kardeşim olayım, sevgilim de ben olayım. Gece uyurken saçımı okşayan yine ben olayım. Boynumu öpemesem bile, omzumu öpeyim. Bununla yetineyim. Ben istiyorum ki artık asla gelmeyecek "birilerini" beklemeyeyim. Ben, ben varken, bana sahip çıkayım. Ben, beni daha da bırakıp gitmeden.
A gelsin, biramızı içelim, B ile akşam dışarı çıkalım, C gelsin yemek yapıp yiyelim. Havalardan bahsedelim, bir türlü düzelmeyen dış ülke ilişkileri hakkında salak yorumlarımızı esirgemeyelim, yolda gördüğümüz aptal kızın dedikodusu yapalım ama ne A beni bilsin, ne B içimdeki fırtınaları dindirmeyi denesin, ne C bana kendi hayatına uygulayamadığı öğütlerini versin. Akşam olsun, hepimiz tadı damağımızda kalmış sohbetimiz ile serin evlerimizin, ısıtılmamış yataklarına çekilelim. Ben istiyorum ki, yıktığım duvarlarımın daha sağlamlarını inşa edeyim. Bu sefer kimselerin gelip o duvarları yıkıp enkazında beni çaresizce bırakıp gitmesine göz yummayayım. Ben artık istiyorum ki, gece yatağımda yastığımı, içinden çıkmayı beceremediğim bataklık halindeki dertlerimin gözlerimde topladığı yaşları dökerek ısıttığımı kimseler bilmesin. Kimseler bana, yardım eli gibi gözüken ama aslında aynı bataklığa geri itme amacı taşıyan elini uzatmasın. Ben artık istiyorum ki, arkamdan ne yapacağını bilmediğim alfabenin birkaç harfiyle birleştirilmiş isimleri olan insanlar yüzünden, geri geri yürümek zorunda kalmayayım.
Müsaadenizle ben artık, küllükte yanıp boş yere kül olan sigaraya benzeyen ruhumu da alıp bavuluma içinde hatadan başka bir şey olmayan geçmişimi de tıkıştırıp gideyim. Tek başıma. Siz beni yolun en engebeli kısmında, hiç yanımda olmamışcasına bırakıp yitip gitmeden, ben yanıma kendimi de alıp gideyim. Sona kalan kırıntılarımı da, siz aç kargalar gibi havaya uçurmadan, ben artık gideyim.
Ben artık gideyim çünkü siz hiç bilmiyorsunuz. Siz kendine aynada, hiç tanımadığın birine bakar gibi bakmayı hiç bilmiyorsunuz. İçindeki boşluktan en ummadığın anda fırlayıveren bir canavar, sana hiç asla yapmam dediğin şeyleri yaptırdı mı sırma saçlı kız? Sen hiç acıları kesip atmak isterken, ağladığın geceleri kesip atıyormuş gibi, o sırma saçlarını kısacık kestirebildin mi? Yetmeyince bileğindeki birkaç yeşil damarı öylece kesip atmak istedin mi? Sen hiç sahip olduğun tek şey olan "benliğinden" hastalık mikrobu yayan pis bir böcekmişcesine iğrendin mi sırma saçlı kız? Sen hiç iraden içindeki o koca uzay boşluğuna düştüğü için olmaman gereken yerlerde, olmaman gereken insanlarla, yapmaman gereken şeyleri yaptın mı? Senin ait olduğun yeri bulamadığın, kim olduğunu bilemeyip kendi hücrelerinde kaybolduğun oldu mu? Olmadı. O zaman biz seninle koca bir demlik çayı ortamıza alıp sigaralarımızı yakıp sohbet edemeyiz. Çünkü sen hiç bir şey bilmiyorsun sırma saçlı kız. Çünkü sen belki benden çok şey yaşadın ama asla benim kadar hissedemedin. Çünkü sen asla tırnaklarını avcuna geçirip bağıra bağıra ağlamadın ve çünkü sen asla bir gece üst üste ardı arkası kesilmeyen sigaralar yakıp kendini kimsenin dinlemeye içinin el vermediği o canını derinden yakan, iç organlarını düğümleyen şarkıların kucağına bırakmadın. Çünkü sen hiçbir gün doğumunu yatağında göz yaşları içinde karşılamadın. Sen hiç hislerin canını, iç organların kağıt kesiğine uğramışcasına acıttığı için aldırmak istemedin. Çünkü sen benim hissettiğim kadar hiç hissedemedin. Biz seninle alışverişe gidelim, aynı tabaktan köftemizi yiyelim, biramızı içip hayata sövelim ama biz seninle hiç "yakın" olmayalım. Çünkü benim artık "yakın" "uzak"lara tahammülüm kalmadı.
Ben artık yaptığım her şeyden, çektiğim acıdan kendimi sorumlu tutmaktan mecalsiz kaldım. Bir de sen suçlama beni. Bir de siz suçlamayın beni. Yaptığın her hatadan sonra çektiğin acının üzerine, bir de yüzünün orta yerine kendi şamarını kendin indirmek ne demek hiç bilmeyeceksin, eğer çocukken yaramazlık yapıp düştüğünde, o can acına rağmen annen seni sarıp sarmalamak yerine üstüne bir de yaramazlık yaptığın için seni dövmediyse. Çünkü benim yaptığım hep bu oldu. Çünkü ben yaramazlık yapıp düştükten sonra can acısına rağmen, yaramazlık yapıp kendi canını acıttığı için annesinden bir güzel dayak yiyen küçük kız gibi, her düşüşümden sonra canımı yakanlara kızmak yerine kendi canımı acıttırdığım için bir de canımı ben yaktım. Çünkü benim yaptığım hep bu oldu.
O gün geldi, o yer geldi ve ben artık yıllarla büyümüyorum. Aylarla büyüyorum. Haftalarla büyüyorum. Günlerle büyüyorum ve en acısı ne biliyor musun? Ben artık saatlerle yaşlanıyorum. En acısı ne biliyor musun, benim içim 9 yaşında sevimli bir çocuk, ben 19 yaşında bir genç kız, ruhum ise 79 yaşında bir madam. Sen hiç aynı anda bu kadar çok yaşta oldun mu?
Sen hiç onlarca insana derdini anlatırken,  aslında anlatmak, omzunda saatlerce ağlamak istediğin insanların o onlarca insandan hiçbiri olduğunu fark ettin mi? Ben artık yutkunurken, tükürüklerimi yutkunmak için yutkunmuyorum. Ben artık defalarca, üst üste, boğazımdaki konuşmamı, anlatmamı, asıl derdimi anlatmamı engelleyen yumrularımı yutmak için yutkunuyorum. Olmuyor. Bu da diğer binlerce çabam gibi beyhude oluyor.
Benim her şeyim gibi oluyor. Sadece gibi oluyor. Olması gereken değil de, olması gerekenin gibisi gibi oluyor. Gibi. Olmaz olsun istiyorum. O da olmuyor. Olsun.
Sana her gün binlerce insan gelip hayatında yatıya kalıyor. Bana gelen olmuyor ama gidenler sürüyle.
Ben düştüm. Sakın elini uzatma. Ben kalkmanın bir yolunu bulurum. Düşe kalka bu işler. Ben kalkamıyorum ama gelme ne olursun. Canını seveyim gelme. Gideceksen gelme. Gitmek için gelme bana. Kalmak için gel. Gel, ben sana anlamlar yükleyeyim. Yıllar süresince kaybettiğin anlamları. Gel ben  senin ince belli çay bardağına bir demli çay doldurayım, sigaranı yakayım, öpeceksen de güldüğümde ağzımın kenarında oluşan yaydan öp beni. Dudağımdan öpme beni. Tam kenarından. Sen hiç gelme ya da. Gideceksen gelme bana.
Ben başımın çaresine bakarım.
Ben çok yorgunum. Anlayamayacak kadar. Anlatamayacak kadar. Görmüyor musun, yine bir yazıda daha anlatamadım anlatmak istediklerimi. Görmüyor musun? Ben yapamıyorum. Benim artık yapabildiğim hiçbir şey yok.
Ben artık çok yorgunum. Sen iyisi mi git. Sen iyisi mi bana gelmeden git. Giderken ışığı söndür. Anılarımı bırak, acılarımı, geceleri sarılıp uyuduğum şarkılarımı bırak. Sen iyisi mi git. Bak son otobüs kaçıyor. Tabana kuvvet gitmenin sorumlusunu da ben yapmadan git. Sen iyisi mi git.
Sen de git. Beni benden giden benliğimle, bencilliğime bırak.
Ben beni arıyorum. Nereye koyduysam oradadır ama ben kendimi nereye koyduğumu bulamıyorum. Ben kendimi kimde unuttuğumu hiç bilmiyorum.
Sen iyisi mi git.
Ben yalnızlığımın üstünü örter, ona sarılıp uyurum. Beni asla onsuz bırakmayan yalnızlığımı alır koynumda uyuturum.
Siz iyisi mi beni bırakıp gidin.
Benim büyümem lazım.

22 Aralık 2012 Cumartesi

Birbirinizi dinlemeye o kadar cesaretiniz yok ki, çıkışta sevişme umuduyla içki içilen gürültülü barları,sakin bir yerde sohbet edilerek içilen çaya tercih ediyorsunuz.

Allahım dünya üzerinde en çok kıskandığım çift ayrılmış. Buna sevinmem hoş olmayabilir ama ne yapayım oğlum bu kadar yalnız bırakılmasaydım ben de.
Zaten hiç uyumlular mıydı allasen ya. Bırak.
Saçmalama tabii ki gülmüyorum.
Yalnızlıktan çok kötü bir insan oldu galiba ben allahım. Söz yarın iyi işler yapacağım.

Çok afedersiniz ama arkadaşlığınızı sikeyim.

Sen şimdi benim arkamdan iş çeviren, kol gibi sallayan kızla arkadaşsın ya yakın arkadaşım, onunla kahve içip benim hakkımda konuştuktan sonra; üzerine suyu benim evimde mi içiyorsun?
Hani hep derler ya, insan kendi canını yakandan çok; sevdiğinin canını yakanın canını yakmak ister diye, sen bırak onun canını yakmayı, hala onunla arkadaş olabiliyorsan, beni sevmiyorsun demektir sevgili yakın arkadaşım.
Pardon ama cidden samimiyetinizi sikeyim.
Sen onunla hiçbir samimiyetin olmadığı halde, benim ağzıma sıçan herifle konuşmaya devam edip bunun üzerine bir de hala sana güvenmemi nasıl beklersin? Sence de biraz yüzsüzlük olmaz mı bu benim canım arkadaşım.
Ben sana evimi açıp yemeğimi yedirip senin yanında uyurken için nasıl elverir, canımı yakan insanlarla samimi olmaya.
Gözünüzün önünde biri, biri canını yaktığı için gözyaşı dökerken; siz hala diğeriyle konuşmaya nasıl devam edersiniz.
Ben sevdiklerimin canını yakanları görmeye bile dayanamıyorum. Ben sevmeyi biliyorum arkadaşlar. Bu bencillik değil. Canımı yakan, görüşmediğim insanlarla mesafeli olmanızı istemem, bencillik değil. Sevgi getirdiği fedakarlık bunlar.
Ben birinin canını yakınca, yakın arkadaşları benim yüzüme bakmıyor. Kırılmıyor muyum? Kırılıyorum ama diyorum ki, "Aferin be. Sevgi işte. Onun için beni sikip atabiliyor."
Benim kırdıklarım hep birileri için "değerli" olabilmiş ama ben olamamışım.
Bana da aferin. Ben hala kimse için değerli olamamışım.
Bana da aferin.

16 Aralık 2012 Pazar

Bıraktım ve benim için artık hiçbir insanoğlu için yapacak bir şeyim kalmadı ve ben artık hiçbiriniz için kılımı bile kıpırdatmam.
Söyler misin bana, o "hayvan" dediğin yaratıklardan kaç tanesi derdini anlattığın, birlikte aynı masada oturduğun varlığın canını yakmak için uğraşır? Hiçbiri! Ve sen insanoğlu, başka bir insanın canını yakmak için çabaladıkça o hayvandan daha insan olamayacaksın.
Ve sen acımasız yaratık, biri senin canını yaktı diye; yıllarca varlığından haberdar dahi olmadığın sana sadece iyi niyetle, içten bir gülüşle yanaşan insanın canını "döngü" vesilesiyle yaktığın müddetçe asla bir insan olamayacaksın.
Ve ben sizin o aptal döngünüzde asla can yakan taraf olamadım, canı yanan taraf olmaktan.
Ve sen adına "insan" denen yaratık, daha ne kadar iğrençleşeceksin?!
İyi niyetimin bitişine hoşgeldiniz!
Artık önünüze fırlatılan kaptan yiyiniz.

"Elinde evirip çevirip oynayıp durduğun şey, senin hayatın." diyorum. "Kendine, kendi hayatında tutunmak için iyileştirilmiş, en azından bir alan yarat." diyorum. "En azından bir alan."
Bunlar zihnimde, monoloğumun birkaç repliği olarak gezinip duruyor.
Bırak şimdi kalbinin oraya buraya dağılmış kırıklarını toplayıp tek parça haline getirmeyi. Bırak şimdi göz pınarlarını terk etmiş yaşlarını geri doldurmaya çalışmayı. Kırıklar yapıştırılınca tek parça olmuyor. Gidenler, gittikten sonra geri gelmiyor. Bırak şimdi düğmesi geçmişte takılı kalmış zaman makinende yaşamayı. Bırak geçmişi, şimdiyi. Geçmiş geçti, şimdi geçici. Bırak elinde oynadığın hayatını.
"Geleceğin, gelmeden gidiyor." diyorum sonra.

15 Aralık 2012 Cumartesi

İçini çıkarıp bırakmak istemek gibiydi tüm bu hisler.
İçin çıkana kadar ağlamak tek yol gibiydi.
İçini dökmek gibiydi tek yol.
İçini dökmenin tek sonucu, tüm dağınıklığı tek başına toplamak gibiydi.
Yani her şey "gibiydi".
Hiçbir şey olması gereken değildi
Ve işte her şey olması gerekenin gibisi gibiydi.

14 Aralık 2012 Cuma

Sizinle aynı yollardan geçmemiş insanların, hayatınızla ilgili size öğüt vermeye çalışmalarına izin vermeyin. Zira bu onun egosunu tatmin etmekten başka bir şey değil.
Adam gelmiş 25 yaşına, hala ailesiyle yaşıyor, bana güçlü olmakla, kendi ayaklarının üzerinde durmakla ilgili öğüt verip duruyor. Bırak kendi ayağını, sen değneklerle ayakta duruyorsun be adam.
Öğütlerini kendi hayatına uygulayamamış ya da hayata sizin baktığınız gözden tamamen farklı bir gözle bakan insanların öğütlerine kulak asmayın.
Bunlar hep kendini bilmezlik.

9 Aralık 2012 Pazar

Hello, Hallo, Salut!

Beni gerçekten takip eden var mı hiç bilmiyorum ama bundan sonra sanırım düzenli olarak buradayım. Eskisi gibi yazasamasam da, saçmalarım en azından. Çünkü buralar hep benim.
Hem siz hiç kimsenin okumayacağını bildiğiniz halde yazmadınız mı? Eğer yazmadıysanız, tebrikler. Yakınları tarafından oldukça kaale alınan bireylersiniz.
Ben buraya içimi dökeceğim, eskiden düzenli olarak yazdığım tumblr hesabımdaki gibi. Merak etmeyin etrafı çok kirletmem. Döktüklerimi ben toplarım.
İyi geceler.

3 Aralık 2012 Pazartesi

Yaşadıklarım çok zor demedim. Hissettiklerim çok zor dedim. Anlamadın. Anlamadınız. Dinlemediniz. Kulak misafiri olmak bile yetecekken anlamak için, ona bile razı olmadınız.
Tuzla buz olmuş bir bardağı tekrar yapıştırıp eski haline getirmek gibiydi içimde paramparça olan şeyleri yapıştırıp hayatıma dönmem. Yapıştıramadım. Kayıp parçalarımı hiç bulamadım. Hep eksikmişim, tamamlayamadım.
Bizim seninle konuşacak hiçbir şeyimiz yok. Eğer sen de göz yaşların belli olmasın diye ağlamak için her yağmur altında yürüyüşünü beklemiyorsan, bizim seninle konuşacak hiçbir şeyimiz yok.
Sen her şey olmak isterken, hiçbir şey olmadıysan benim gibi; bizim seninle konuşacak hiçbir şeyimiz yok.
Ve sen, sen kendini giderken arkasından izlemediysen; bizim seninle konuşacak hiçbir şeyimiz yok.
Çünkü ben, ben kendi arkamdan göz yaşlarıyla el sallayalı çok oldu.
Çok doğaldı aslında. Ben kendimden giderken, insanların benden gitmesi çok kolaydı. Ben kendimi kendime bağlayamamışken, birini bana bağlayamam çok doğaldı.
Ben sana çok bağlanmıştım, kendime bağlanamadığım kadar.
Sen hiç kendi bedeninde tutsak kalmadıysan, sen hiç kendinden kurtulmaya çalışmadıysan; bizim seninle konuşacak hiçbir şeyimiz yok.
Senin sarılıp uyuyacak tek şeyin, hataların değilse; bizim seninle konuşacak hiçbir şeyimiz yok.
Git.