Gözümüzün, göğüs büyüklüğümüzün, bacak uzunluğumuzun, güzelliğimizin, çirkinliğimizin, zekamızın, hatalarımızın, pişmanlıklarımızın, kim olduğumuzun, kim olamadığımızın önemsenmediği bir yer aradık durduk. Bulsak; beş dakika durmadan gidecek, sonsuza dek orada kalacaktık. Aslında hep yanıbaşımızdaydı, göremedik. Annemizin dizleri orada başımızı bekliyordu, gittiğimizde anladık.
Tüm dertlerim geçer, anneme sarılsam yeter.
28 Şubat 2012 Salı
17 Şubat 2012 Cuma
Duvara düzgün asılamamış tablo gibisin. Sadece pencerenin perdesini havalandırmaya yetecek bir rüzgarda bile sarsılıp yeri boylayıveriyorsun. Yerini tam bulamadığında oluyor anlayacağın.
Önce şoförün tam arkasındaki koltuğu deniyorsun. Her şey senin kontrolündeymiş gibi geliyor. Omuzlarındaki bu yükü kaldıramıyorsun. Tek amacın seyahat etmek. En arkaya geçiveriyorsun. Her şey senin kontrolünün dışında bu sefer de. Öyle de olmuyor. Ortamdan soyutlanıyorsun. Ortalardan bir koltuğa geçiyorsun. Kapı önü. Her an gidecekmişsin gibi. Her an gitmeye kalkanları engellemen gerekir gibi. Olmuyor. Cam kenarları da olmuyor, üşütüyor. Zaten başını bir omuza değil de cama dayayacağın gerçeğini hatırlatıyor cam kenarları. Can sıkıcı. Yalnızlığını yüzüne vuruyor. Koridor kenarına geçiyorsun. İnsanlar geliyor, insanlar geçiyor. Sana göre değil. Sanki seni koltuğundan kaldırıp önlerine katıp sürükleyeceklermiş gibi. Rahatsız. Güven vermiyor. Bir sürü yer deniyorsun. Olmuyor. Koskoca otobüse sığamıyorsun. Sanki koskoca otobüs bir seni kabul edemiyor.
Kendine yer ararken, binlerce hata yapıyorsun. Zararı hep sana. Omuzlara başın düşüyor, alay konusu oluyorsun. Hareket halindeyken takılıp düşüyorsun, eller uzanıyor, sen ayağa kalkamadan çekiliyor. İlk frenle tekrar düşüyorsun. Rezillik. Açılıp kapanan kapılar üşütüyor. Belin tutuluyor. Sırf yer ararken binlerce hata yapıyorsun. Rezillik. Zararı hep sana.
Önce şoförün tam arkasındaki koltuğu deniyorsun. Her şey senin kontrolündeymiş gibi geliyor. Omuzlarındaki bu yükü kaldıramıyorsun. Tek amacın seyahat etmek. En arkaya geçiveriyorsun. Her şey senin kontrolünün dışında bu sefer de. Öyle de olmuyor. Ortamdan soyutlanıyorsun. Ortalardan bir koltuğa geçiyorsun. Kapı önü. Her an gidecekmişsin gibi. Her an gitmeye kalkanları engellemen gerekir gibi. Olmuyor. Cam kenarları da olmuyor, üşütüyor. Zaten başını bir omuza değil de cama dayayacağın gerçeğini hatırlatıyor cam kenarları. Can sıkıcı. Yalnızlığını yüzüne vuruyor. Koridor kenarına geçiyorsun. İnsanlar geliyor, insanlar geçiyor. Sana göre değil. Sanki seni koltuğundan kaldırıp önlerine katıp sürükleyeceklermiş gibi. Rahatsız. Güven vermiyor. Bir sürü yer deniyorsun. Olmuyor. Koskoca otobüse sığamıyorsun. Sanki koskoca otobüs bir seni kabul edemiyor.
Kendine yer ararken, binlerce hata yapıyorsun. Zararı hep sana. Omuzlara başın düşüyor, alay konusu oluyorsun. Hareket halindeyken takılıp düşüyorsun, eller uzanıyor, sen ayağa kalkamadan çekiliyor. İlk frenle tekrar düşüyorsun. Rezillik. Açılıp kapanan kapılar üşütüyor. Belin tutuluyor. Sırf yer ararken binlerce hata yapıyorsun. Rezillik. Zararı hep sana.
Size kendimi anlatamadığım için özür dilerim. Mutsuzluğuma, sizin aklınıza yatan sebepler bulamadığım için de özür dilerim. Hayatıma sizin gözlerinizden değil de, kendi gözlerimden baktığım için özür dilerim. Sevin diye verdiğim tavizler yüzünden özür dilerim. Hayatımdan çıkma diye yalvardığım insanlardan özür dilerim.
Yaşamaya çalıştığım için özür dilerim.
Anlasan ne güzel olurdu.
Yaşamaya çalıştığım için özür dilerim.
Anlasan ne güzel olurdu.
14 Şubat 2012 Salı
http://fizy.com/#s/2ehr7t
Görünmezliği keşfettiğini söyleseydi alkışları toplardı. Bir formül veremezdi ama. O olmaları yeterliydi. Yoktu. Görünmüyordu. Fotoselli lambalar tarafından bile fark edilmiyordu. Hiçbir geçişinde sorunsuz yanmıyorlardı. Kafasının üzerine ışıklı bir "Burdayım!" tabelası yaptırsa yeriydi. Yok oluyordu. İçinden insanlar geçiyordu. İçinden öyle insanlar geçiyordu ki, yok oluyordun. Öyle yok oluyordun ki, içinden insanlar geçiyordu. Görünürlüğü bile kaybetmişti. Son noktaydı. Hayaletler bir toplumda ne kadar yer alabilirdi ki. O kadar yoktu ki, eliyle ne tutmaya kalksa yere düşüp parçalanıyordu. Her şey içinden geçiyordu. Her şey içinden geçiyordu. Geçip gitmiyordu. Fark edilmiyordu. Yok oluyordu. İsmi unutuluyordu. İyeliğe iye değildi. Kimliği yok oluyordu. Görünmüyordu.
O aslında yoktu. Hayaletler için zaman kavramı daha zordu.
Bekledi, bekledi, bekliyordu, bekliyor. Görünmeyi bekliyor. Dilinde hep aynı şarkı.
Görünmezliği keşfetmişti ama o kadar yoktu ki ortada bir anlamı da yoktu.
Görünmezliği keşfettiğini söyleseydi alkışları toplardı. Bir formül veremezdi ama. O olmaları yeterliydi. Yoktu. Görünmüyordu. Fotoselli lambalar tarafından bile fark edilmiyordu. Hiçbir geçişinde sorunsuz yanmıyorlardı. Kafasının üzerine ışıklı bir "Burdayım!" tabelası yaptırsa yeriydi. Yok oluyordu. İçinden insanlar geçiyordu. İçinden öyle insanlar geçiyordu ki, yok oluyordun. Öyle yok oluyordun ki, içinden insanlar geçiyordu. Görünürlüğü bile kaybetmişti. Son noktaydı. Hayaletler bir toplumda ne kadar yer alabilirdi ki. O kadar yoktu ki, eliyle ne tutmaya kalksa yere düşüp parçalanıyordu. Her şey içinden geçiyordu. Her şey içinden geçiyordu. Geçip gitmiyordu. Fark edilmiyordu. Yok oluyordu. İsmi unutuluyordu. İyeliğe iye değildi. Kimliği yok oluyordu. Görünmüyordu.
O aslında yoktu. Hayaletler için zaman kavramı daha zordu.
Bekledi, bekledi, bekliyordu, bekliyor. Görünmeyi bekliyor. Dilinde hep aynı şarkı.
Görünmezliği keşfetmişti ama o kadar yoktu ki ortada bir anlamı da yoktu.
13 Şubat 2012 Pazartesi
Yalan olduğunu bile bile inanmak. İnanmak istemek. Yerdeki son ekmek kırıntılarıyla karnını doyurmaya çalışan kuş gibi son umut kırıntılarıyla yaşamaya çalışıyordum.
Bir nevi önüme atılanlarla yetinmeye çalışıyordum. Sevilmek için havada taklalar atıyordum. İstediğimi bulamayınca uçup başka diyarlara göç ediyordum. Mevsim dönümünde yine aklımın kaldığı yere dönüyordum.
Kimi zaman da en fazla bir kafes kuşu oluyordum.
Bir nevi önüme atılanlarla yetinmeye çalışıyordum. Sevilmek için havada taklalar atıyordum. İstediğimi bulamayınca uçup başka diyarlara göç ediyordum. Mevsim dönümünde yine aklımın kaldığı yere dönüyordum.
Kimi zaman da en fazla bir kafes kuşu oluyordum.
12 Şubat 2012 Pazar
Sırf belki içimdeki kadınlık iç güdüleri harekete geçer de, akması ihtimali ağlamama engel olur diye her gün bir ton göz kalemi ve rimel sürüp eyeliner çekiyorum.
Olmuyor. İçimi çeke çeke ağlıyorum. Suratım maden işçisine dönüşene kadar ağlıyorum. Dudaklarımı ısırıp kanatana kadar ağlıyorum.
Sorun ne, ben bile bilmiyorum.
11 Şubat 2012 Cumartesi
9 Şubat 2012 Perşembe
Bağlanmak için bir şehri seçti. Çünkü şehirler gitmezdi. Şehirlerden gidilirdi ve bir şehir dönmek istediğinde, her zaman yerli yerinde durup seni beklerdi. Çünkü şehirler yalan söylemezlerdi ve bir şehir ne kadar kalabalık olursa olsun, mutlaka seni de alıp sarmalayacak bir yeri olurdu. Çünkü bir insanın aksine, bir şehrin içinde kaybolduğunda çıkmak için tabelalar bulunurdu.
Sevme hakkını bir şehirden yana kullandı.
Şimdi sadece bir şehri tanımak için uğraşacaktı ve kendini sadece bir şehre tanıtacaktı.
Şehir ona vapurda, martıların karşısında bir yer ayırıp bekleyecekti.
Çünkü şehirler gitmezdi.
Şimdi avcunun içi gibi bildiği şey, bir insan değil de; bir şehrin sokakları olacaktı.
Şimdi sadece bir şehir tarafından sevilmek istiyordu.
Çünkü şehirler asla gitmezdi.
Bari o şehir onu sevsin.di.
Sevme hakkını bir şehirden yana kullandı.
Şimdi sadece bir şehri tanımak için uğraşacaktı ve kendini sadece bir şehre tanıtacaktı.
Şehir ona vapurda, martıların karşısında bir yer ayırıp bekleyecekti.
Çünkü şehirler gitmezdi.
Şimdi avcunun içi gibi bildiği şey, bir insan değil de; bir şehrin sokakları olacaktı.
Şimdi sadece bir şehir tarafından sevilmek istiyordu.
Çünkü şehirler asla gitmezdi.
Bari o şehir onu sevsin.di.
8 Şubat 2012 Çarşamba
Tarih dersimin iyi olması sebebiyle, asla edebi bir kişilik olamayacaktım. Çünkü bir anda zuhur eden-etmiş gibi görünen-, küçük sebeplerle patlak veren-vermiş gibi görünen- mutsuzluklarımı, dibe çökmelerimi açıklamak isterken, aklımın köşesinde beliren cümle hep şu oluyordu :
Avusturya- Macaristan İmparatorluğu veliahtının, Saraybosna'yı ziyareti sırasında bir Sırp milliyetçisi tarafından öldürülmesi, savaşı başlatan bir kıvılcım olmuştur.
7 Şubat 2012 Salı
Yol herkes için aynı uzunluktaydı.
Bazılarının adımları daha küçüktü ama daha hızlıydı.
Bazıları çok daha hızlı ilerlemek istiyordu ve bazılarının gittiği yolun tarafı daha çakıllıydı.
Daha engebeli, daha engelli.
Bazıları yolda, yolun başında sırtlarına aldıkları yükü taşıyordu.
Hatta bazen yoldan buldukları da ekleniyordu.
O bazıları daha erken yoruldu.
Bazılarının adımları daha küçüktü ama daha hızlıydı.
Bazıları çok daha hızlı ilerlemek istiyordu ve bazılarının gittiği yolun tarafı daha çakıllıydı.
Daha engebeli, daha engelli.
Bazıları yolda, yolun başında sırtlarına aldıkları yükü taşıyordu.
Hatta bazen yoldan buldukları da ekleniyordu.
O bazıları daha erken yoruldu.
Kafamı karıştırıp beni tüm o karmaşanın içinde öylece bırakıp gidiyordu. Bana da kafamı dağıtmak kalıyordu. Sonra da tüm o dağınıklığı toplamak yine bana kalıyordu. Tüm o dağınıklığın içinde, kafamın çatı katında kalmış ne kadar tozlu, unutulmuş düşünce, habersizce saklanmış duygular, göz önünden kaldırılmış anılar varsa, ortalığa saçılıyordu. Gün yüzüne çıkıyordu. Korktuğum oluyordu. Kafamın kayıp eşyalar kısmı can yakıyordu. Gidenlerin unuttukları toplamak zor oluyordu. Götürdüklerinden haber alamamak çok koyuyordu.
Dağıtmak çok kolaydı da, toplamak çok zor oluyordu. Toplamak hep bana kalıyordu.
Dağıtmak çok kolaydı da, toplamak çok zor oluyordu. Toplamak hep bana kalıyordu.
6 Şubat 2012 Pazartesi
Söyleyemediğimiz kelimeleri yutuyorduk. İçimizdeki binlerce kelimeden cümleler meydana geliyordu. Söyleyemediğimiz cümleler, boğazımızda yumru meydana getiriyordu. Yutkunuyorduk, gitmiyordu. Sonra o yumrular ciğerlerimize iniyordu. Söyleyemediğimiz her cümle nefes darlığına sebep oluyordu. Nefes alamıyorduk. Alacağımız her nefes, ayrı bir cümleye takılıyordu. Ya nefesimizi tutacaktık ya da bağıra bağıra tüm cümleleri kusacaktık. Nefesimizi tutmayı tercih ettik.
Hayallerimizin taslakları vardı.
Siyah beyazlardı.
Biz çizdik.
Zamanla resmettik.
Gök kuşağı renklerini benimsedik.
Resimlerden sıkıldık.
Fotoğraflarını istedik.
Resimlerden fotoğraf olamadı.
Olanları siyah beyaz kaldı.
Resimlere benzemediler.
Kafamızdakiler kafamızda kaldı.
Hayallerimiz vardı.
Düş’tü.
Düştü.
Kırıldılar.
Kırıkları göğsümüze battı.
5 Şubat 2012 Pazar
4 Şubat 2012 Cumartesi
Sorun elmada değildi. Sorun, bir insanın elmayı sevmesindeydi. Bir insan, bir elmayı nasıl sever? Bir insan, bir elmayı ne şiddette sevebilirdi ki?
Siz ayrı dünyaların insanlarıydınız. Ne diyorum ben. Elma, insan bile değildi. Siz ayrı dünyaların insanları bile değildiniz. Aslında "siz" bile değildiniz. Sen ve elma.
Siz ayrı dünyaların insanlarıydınız. Ne diyorum ben. Elma, insan bile değildi. Siz ayrı dünyaların insanları bile değildiniz. Aslında "siz" bile değildiniz. Sen ve elma.
2 Şubat 2012 Perşembe
Sonra, "Ben senin gibi değilim." dedi. "Benim ülkemin hava durumunda hep bulutlar var. Yer yer çok bulutlu, yer yer parçalı bulutlu. Günün belli saatlerinde sağanak yağış var. Yılın belli zamanları hep fırtınalı. Evlerin çatılar uçuyor burada. İnsanlar tutunacak yer bulamıyor. Yılın birkaç gününde de güneş açar. Güneşli hava sadece birkaç gün sürer. Ardından hemen bir sağanak yağış gelir. Benim ülkemde sağanağın ardından gelen fırtınadan da, fırtına öncesi sessizlikten de çok korkulur."
"Ben böyleyim." dedi sonra
"Ben böyleyim." dedi sonra
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)