30 Ekim 2011 Pazar


Bazı sabahlar içinde bir boşlukla uyanırsın ya, kocaman bir boşluk. Sebebini bile anlamazsın. Sanki biri sen uyurken gelip içinden bir şeyleri alıp gitmiş gibi. Öyle günlerde zaman çok zor geçer. Normalde arkasından atlı kovalıyormuş gibi acelesi olan akreple yelkovanın hiç mi hiç acelesi olmaz. Sanki sahilde gezintiye çıkmış gibi aheste aheste hareket ederler. Akreple yelkovanın suçunun cezasını da sen çekersin o günlerde, tırnakların çeker. Tırnaklarını, parmaklarını kanatana kadar yersin de zaman yine de geçmez. Kafayı yememek için tırnaklarını yemen gerekir. Parmakların kanatana kadar tırnaklarını yemen gerekir.
İçindekileri itelersin boşluklar dolsun diye de dolmaz o boşluklar. Yanlış parçalarla doğru bir yapbozu tamamlayamazsın zaten. Anca eski boşluklara yenilerini eklersin.Büyür, büyür, büyür, seni de içine alana kadar büyür boşluk. Sonra kendi boşluğunda kendin kaybolursun. 
Bazı günlerin başlangıcından bitişini de tahmin edebilirsin. Böyle günler de başladığı gibi biter. Boşluklara anca yenileri eklenir. Bazı günler çok zor geçer.
Hayat bu günlerde aslında tam da bir sınav. Hani şu içinde “Fill in the blanks.” ibaresi olanlardan. Başarılar.

29 Ekim 2011 Cumartesi

Hala güveniyorum, hala inanıyorum, hala bel bağlıyorum, hala sevip değer veriyorum, hala umut ediyorum diye kendime kızıyorum. Hiç ders almıyorum, ben akıllanmam diyorum ama aslında suçum yok. Sadece yaşamaya çalışıyorum.

İnsanlar düşünmüyor, inanabiliyor musunuz? Düşünmüyorlar. Ağızlarından çıkan bir lafın karşısındaki insana ne hissettireceğini, ilgisizliğinin karşısındaki insanı üzebileceğini, bir verip bir aldığı ilginin dengesini bozabileceğini düşünmüyorlar. Yaptıkları hareketlerin yol açacağı sebepleri, hareketlerinin altında yatan nedenleri düşünmüyorlar. Geçmişi düşünmüyorlar siliyorlar, geleceği düşünmüyorlar umursamıyorlar. Karşılarındaki insanları düşünmüyorlar. Onu sevenleri, sevdiklerini düşünmüyorlar. Konuşurken seçecekleri kelimeleri bile düşünmüyorlar. 
En fazla ertesi gün giyecekleri kıyafeti düşünüyorlar.
İnsanlar düşünmüyor. Bu yeteneği yok sayıyorlar.
Ben düşünüyorum. Yatağa yatınca, yemek yerken, ders çalışırken, okuldayken, arkadaşlarımla sohbet ederken, hep düşünüyorum. Onların yerine de ben düşünüyorum. Hayat onlara güzel oluyor, bana zindan oluyor.

Çene kaslarıma bile karışılan bir dünyada yaşıyorum : “Neden konuşmuyorsun?” Konuşmuyorum çünkü yapamıyorum Konuşmuyorum çünkü sıkılıyorum. Konuşmuyorum çünkü bazen hiç mecalim yok. Konuşmuyorum çünkü sizin gibi olamıyorum. Konuşmuyorum çünkü bazen bulunduğum ortamlar yüzeysellikten ölüyor. Ben bazen olamıyorum. Bazen içten ölüyorum. Bazen hiç oluyorum. Bazen bu şarkı oluyorum. Bazen hayalet oluyorum ben. Bazen kaçan, bazen kaçılan oluyorum ben. Konuşmuyorum çünkü yolunda gitmeyen bir şeyler var. Konuşmuyorum çünkü zaten sizin için bir önemi yok. Bazen de kendimle konuşuyorum. Kendi kendimi susturmak istiyorum. Çünkü konuşunca ben, beni çok kırıyorum. Bazen hiç oluyorum. Mutluluğu çok yanlış yerlerde arıyorum. Bulamıyorum. Aradığım mutluluğa şu anda ulaşılamıyor. Ulaşılmayacak. Bazı şeyler hiç olmayacak. Bazı şeyler hiç iyi olmayacak. 
İstediğimiz hayat asla bizim olmayacak.

27 Ekim 2011 Perşembe

Mesafeler gerçekten de önemli değil aslında. Bazen yollar, senin bazı insanların aklından da kalbinden de gitmene izin vermiyor çünkü. Bazen uzaklar, yakınlardan da yakın oluyor. Yakınındaki yakınların yapamadıklarını bilmem kaç kilometreden uzak yakınların yapıyor. Yakınında, yüzünü gören, nefesini hisseden, sesini duyanların olamadıkları kadar can oluyor bazen uzaktakiler.
Benim yakın uzaklarım, uzak yakınlarım var.
Benim yakın sandığım uzaklarım, uzak sandığım yakınlarım var.
Bırak mesafeler yolla olsun, kalple ya da akılla değil.
Mesafeler yollarla ölçülmüyor.

26 Ekim 2011 Çarşamba

Ben çok değiştim, değişiyorum. Biliyor musun? Kahvaltı ediyorum mesela artık sabahları. Hatta kahvaltıda haşlanmış yumurta bile yiyorum. Az önce öğle yemeği bile yedim. Roka yiyorum mesela artık. Burnumu tıkayarak ama. Kokusunu sevmiyorum çünkü. Bilemezsin ama. Artık kafamda bin tilki dolaşırken yalandan gülücükler atmayı daha iyi beceriyorum. Sevmediğim insanlarla aynı masada yemek bile yiyorum. Yapmazdım ki ben böyle şeyler. Çarçabuk samimi olduğum birkaç insan bile oldu. Yapmazdım ben böyle şeyler. Menfaat ilişkileri bile kuruyorum bazen, biliyor musun? Hatta bazen içim kan ağlarken dans ediyorum. Ben böyle değildim. Değiştim, değişiyorum. Ben değişiyorum, hareketlerim değişiyor, saçım değişiyor, huylarım değişiyor, konuşmam bile değişti. Artık eskisi gibi konuşmuyorum bile. Eskisi dediğim de kısa bir süre önce. Bilmezsin ama. Dinlediğim müzikler de değişti. Saçma sapan bir insan oldum ben. Değişiyorum, değişeceğim de sanırım. Ben değişmeyi sevmiyorum ama. Eskiden sevdiğim şeyleri sevmiyorum mesela. Ben daha sessizim artık. Daha sakin, daha mutsuz, daha umutsuz… Hayallerim bile yok artık mesela. Seninle ilgili hayallerim bile yok. Sen bilmezsin ama. Ben seni bekledim, sen gelmedin. Ben değiştim, sen artık gelme.

20 Ekim 2011 Perşembe


Hayatın içinde acelesi olan insanları bir türlü anlayamıyorum, anlayamayacağım. Çok hızlı yaşıyorsunuz. Çok hızlı yemek yiyip, çok hızlı konuşuyorsunuz. Yeni bir yere gidince gezmek yerine hızlı adımlarla ilerliyorsunuz. Yolda koşar adımlarla ilerliyorsunuz. Çok hızlı samimi oluyorsunuz, çok hızlı dost olup çok hızlı da düşman oluyorsunuz. Çok çabuk aşık olup çok çabuk aşk acısı çekiyorsunuz. Ardından tekrar çok hızlı aşık olup bu sefer hızlı biçimde başkasının aşk acısını yaşıyorsunuz. Çok çabuk kaynaşıyorsunuz. Çok çabuk sevip çok çabuk nefret ediyorsunuz. Çok hızlı alışıyorsunuz. Çok çabuk yeniyi bulup eskiyi unutuyorsunuz. Çok çabuk tüketiyorsunuz. 
Siz ne kadar hızlı olursanız olun zaman yine kendi seyrinde akıp gidecek. Zaman hızlanmayacak, günler çabuk geçmeyecek.
Yapmayın. Bu kadar hızlı yaşamayın. Bu kadar hızlı olmayın. Koşmayın, koşuşturmayın. Beni çok yoruyor, size yetişmek zorunda bırakıyorsunuz. Koşamıyorum. Çok hızlı yaşamayın. İzlerken yoruluyorum. Beni yormayın, zora sokmayın.
Biraz yavaş olur musunuz?

18 Ekim 2011 Salı


Bir dakika içinde on kere saate bakınca sanki dakikalar birer birer değil de onar onar ilerleyecekmiş, aynı gün içinde sekiz kere tarihe bakınca sanki günler beşer beşer atlayacakmış gibi geliyor bazen insana. Hayat sana geldiği gibi değil ama. Zaman her şeyin ilacı imiş ya yapabileceklerinin son kullanma tarihi geçince zehirliyor zaman da. Bazen oluyor ya. Elinden bir şey gelmiyor ama elinden birçok şey gidiyor. Sana hiç gelen olmadığında gidenlerin sürüyle olması gibi.
Bazen geleceğinin gelmemesini istiyorsun mesela. Gelenlerin senin istediğin gibi gelmemesine alışkanlıktan.
Mucizeler bekliyorsun. Hep bu Amerikan filmleri yüzünden aslında. Başımıza ne geldiyse onların yollarının sonundaki mucizeleri, sonsuz aşklarını, çirkin kızın güzelleşmesini, popüler çocuğun ezik kızı sevmesini, bir anda güzelleşen hayatlarını izlemekten geldi. Bu halimizin sorumlusu hep Amerikan sineması aslında. Hep.  
Bazen yol bitmiyor ama senin gidebileceğin yol bitiyor ya. İlerlesen ilerleyemezsin, dönsen dönemezsin.
Yolun sonu bir yere varıyor mu ki bu sefer?

17 Ekim 2011 Pazartesi


18’imi bile doldurmadım daha. Hayatın belki de çok başındayım. “Belki de” çünkü şu andan 5 dakika sonra ölebilirim de. Öyle ya yaşadığımız tamamen bir belirsizlik. Ben de hep bunu düşünüyorum işte. Şu andan 5 dakika sonra ölsem, hiçbir şeyin önemi kalmayacak aslında. Ne yaptıklarımın ne de yapmayı planladıklarımın. En fazla arkamda gözü yaşlı birkaç insan bırakabilirim o da işte bir mevsim süresince can yakar anca. Hayat kısa, kuşlar uçuyor çünkü. Öyle ya şu andan 5 dakika sonra ölebilirim ve hiçbir şeyin, hiçbir sorunun, hiçbir mutsuzluğun önemi kalmaz. O yüzden yaşadığım an ne geçmişte bir ani ne de gelecekte bir an olmalı ya. Tam şu an olmalı. Olmayınca olmuyor ama bazen.
Tam ortasındayım aslında yolun. Koşunun ortasındayım. Koşsan varış uzak, geri dönsen koştuğun zamana yazık. Tam ortasındayım yolun.
Tam varıyorum ki hedefe 
Bir yenisi başlıyor 
Bu oyun hep aynı değişmiyor 
Hala devam hala figan 
Hem de bile bile 
Tam koşunun sonuna varıyorum ki yeni bir koşu başlıyor. Devam etmek zor, mecalin olmuyor bazen. Duraklar yok bu yolda, soluklanmak yok. 
Hani çiğ köftenin acı gelmesi ama yine de devam etmeye çalışman gibi mesela. Şikayet etsen de yol belli, varış mı? Bak işte o hiç belli değil.
Tam varıyorum ki hedefe 
Bir yenisi başlıyor.
Yollar bitmiyor. Hedefler bitmiyor.
Bu oyun hep aynı değişmiyor.

16 Ekim 2011 Pazar

İnsanlar 20 gündür beraber olduğu insanları tamamen tanıdığını düşünüyor. Ne yalan söyleyeyim, çok şaşırıyorum. Ben kendimle 18 yıldır beraberim, aynada bu kim dediğim zamanlar oluyor. Ben kendimi hala tanımıyorum. Tanısam yaptıklarıma bu kadar şaşırır mıydım?
Hey, merhaba aynadaki genç. Tanışabilir miyiz?

12 Ekim 2011 Çarşamba

Bana ordan 250 gram mutluluk.



Bazen kendimi kandırmaya çalışıyorum. Hastaysam ya da kendimi kötü hissediyorsam “İyiyim ben, hiçbir sorun yok.” diyorum ama olmuyor hastalıktan kırılıyorum ya da gözlerim kararıveriyor. Mutsuzsam gülümsüyorum, hatta becerebilirsem kahkaha atıyorum “Her şey yolunda.” diyorum ama olmuyor her 5 saniyelik sessizlikte durup düşünüyorum. Ben beni bildikten sonra kandıramıyorum kendimi çok fazla. 
Alışkanlıklarımı özlüyorum. Şimdiden. Çok basit detayların bile önemini fark ediyorum. Özlüyorum. Bardağımı koyduğum sehpayı bile özlüyorum.

11 Ekim 2011 Salı

Kağıt kesiğini bilir misin? Çok can yakar. Her hava ile temas edişinde biraz daha, biraz daha canını acıtır. Hani aslında küçücük bir kesiktir o. Hem de "kağıt" ile oluşmuş küçük bir kesiktir. Çok can yakar ama. Çok can yakar o küçücük kesik.
İç organlarım kağıt kesiği olmuş gibi. İçimde bir yerlerim sanki binlerce kağıt kesiğiyle yaralanmış gibi. Her hava teması zarar veriyor bana artık.
Göğsüm kağıt kesiği olmuş, yetmemiş tonlarca yük yüklenmiş gibi bir de üstüne.
Canım yanıyor.
Anlıyor musun?
Anlamıyorsun. Kağıt kesiği küçücük bir şey zaten, değil mi? Sen hiç kağıt kesiği olmadın, değil mi? Anlamıyorsun.

Ben kendimi bu kadar üzerken başkalarının beni üzmesine gerek bile kalmıyor. Düşünme diyorum Melis. Düşünme. Yapabileceğin bir şey yok düşünme. Sen kendini kabul edemedikçe kimse seni kabul etmeyecek diyorum. Olmuyor. Aynadaki kişi beni çok üzüyor. 
Anlatamıyorum. Yazamıyorum. Konuşamıyorum. Ben yapamıyorum. Sorunun ne olduğunu bir türlü anlatamıyorum.
Yaşamıyorum, zaman geçiriyorum.

10 Ekim 2011 Pazartesi

Kendinden bahsederken 2.ya da 3.tekil şahıs kullananları şimdi daha iyi anlıyorum. İnsan bazen öyle şeyler yapıyor ki "ben" diyemiyor.

İnsanların hayatında kalamıyordu Kimsenin hayatında yeri yoktu Ne bir yere aitti ne de bir kimseye. İnsanların hayatından geçip gidiyordu. Geçerken, gidene kadar yaşadıklarını da yanında alıp götürüyordu. Yaşanılan her şey onun kanına karışsa da kimsenin hayatında izi bile kalmıyordu. Sanki oradan hiç geçmemiş, hiç geçip gitmemiş gibi. O geçtiği yolları ağzından düşürmezken, kimsenin onu ardından hatırladığı bile yoktu. Sanki onların hayatına hiç girmemiş gibi. Sanki onca şey yaşanmamış gibi. Hiçti aslında. Biliyordu. Yine geçip gidiyordu. Kalmak istese de izin vermezlerdi ki.
Yüzüne düşen, yağmur damlaları değil aslında, yalnızlığın somut halleri. Damlalar üzerindeki kıyafete işlerken, yalnızlığın da vücudunun her hücresine işliyor. Beynine işliyor, hiçbir şeyin değişmeyeceğini, önünde yalnız başına uzun bir hayat olduğunu. Yüreğine işliyor, kimsenin yüreğinin senin için atmayacağını. Eş, dost, sevgili... Her yağmur damlası, gözyaşlarının damlasına dönüşüyor sonra. Anlayamıyorsun bile hangisi yağmur, hangisi göz yaşı, hangisi yalnızlık.
Yağmur senin için yağmur değil sadece. Hiç olmadı. Yağmur senin yalnızlığın.
Hiç bir şemsiyenin altında 2 kişi yürümeyi becerebildin mi?
Günlerim ceplerimi aramakla geçiyor. İşe yarar bir şeyler bulup onlarla oyalanmak için. Ceplerim gazoz kapaklarıyla dolu. Hiçbir işe yaramayan, sadece ceplerimi dolu göstermek için orada bulunan gazoz kapakları. Hepsi kısa bir süre sonra birileri tarafından çöpe yollanacak olan gazoz kapaklarıyla dolu ceplerim.
Hep bir şeyler arıyorum. İşe yarar bir şeyler. Ceplerim delik benim. Koyduğum en ufak işe yarar şeyler de oradan yolunu bulup gidiveriyor işte. Ceplerim bomboş benim.
Herkes ceplerindeki servetiyle yoluna devam ediyor. Ben edemiyorum. Ceplerim bomboş benim. Her yerden bir şeyler toplamış herkes. Biraz güzellik almış kimisi, kimisi biraz para, kimisi biraz zeka, kimisi biraz şans, kimisi biraz sevgi, kimisi... Benim ceplerimde gazoz kapaklarım var. Hiçbir işe yaramayan, gereksiz gazoz kapakları.

9 Ekim 2011 Pazar


Bir hattın otobüsünü beklemiyorsam sürekli gelip geçiyor, görüyorum. Eğer bir hattın otobüsünü bekliyorsam, saatlerce bekliyorum. Geçmiyor. Eğer o gün sabırlıysam saatlerce bekliyorum ve otobüse binebiliyorum ama eğer o gün sabırlı değilsem, beklemiyorum. Vazgeçiyorum ve o otobüsü kaçırıyorum.
Ben çok uzun zamandır bekliyorum. Gelmiyor. Gelen hiçbir şey olmuyor. Artık beklemiyorum, beklemeyeceğim. Gelenlerden de gidenlerden de çok yoruldum.

8 Ekim 2011 Cumartesi

Sosyalleşmeme hakkımı istiyorum.


Toplumdan kopuk yaşamak ve yadırganmamak istiyorum. Zaten halihazırda üstü kapalı da olsa toplu yaşama nedenimiz birbirimize ihtiyaç duymamız. Bunu saman altından su yürüterek yapmak yerine yiğidin malı meydanda olur mantığıyla yapmak istiyorum. Yani toplumdan kopuk yaşayacağım, yadırganmayacağım ve “ihtiyaç halinde camı kırınız” mantığıyla ihtiyaç halinde topluma karışacağım. Evet, bu hakka sahip olmam gerektiğini düşünüyorum.
Toplum tarafından yadırganmamak amacıyla toplumla içi içe yaşamak toplumun dayatması en nihayetinde. Garip, inceleyen ve sorgulayan gözlerle karşılaşmamak amacıyla hadi tanış, hadi kaynaş mantığından sıkıldım. Benim hayatımı benden başkaları yaşamamalı.
İki günlük tanıdığın insanlarla enseye tokat moduna girmek sosyalleşme olarak adlandırılıyorsa kalsın bence yerinde. Yalnızlığı dağıtmak amacıyla ihtiyaç ilişkiler kuruluyorsa ben bu ihtiyacı kendim hissettiğim zaman kullanmayı yeğliyorum.
“Aaa asosyal, konuşmuyor, yalnız, tanışmıyor…” yadırgamaları sebebiyle sosyalleşme gibi bir amacım olmamalı. Yani birileri yine toplum dayatması nedeniyle ihtiyaç ilişkileri kurarken yapmayanlar yadırganmamalı diyorum.
Şimdi en iyisi mi yadırgamalarınızı, dayatmalarınızı, sorgulayan bakışlarınızı alıp kendi hayatlarınıza doğru yol alınız.
Ben sosyalleşmeme hakkımı istiyorum.

7 Ekim 2011 Cuma

Ben kendimi ifade edemedikçe Türkçe’de kaç bin sözcük olduğunun hiçbir anlamı kalmıyor. Çünkü ben derdimi anlatacak kadar Türkçe konuşamıyorum. Sürekli neden böyle gereksiz bir kendini anlatma derdine düştüğümü de anlamıyorum zaten. Sadece ben anlatmak istediklerimi anlatamayınca içimde volkanlar patlıyor. Midem bulanıyor, kelimeleri kusmam anlatmama yardımcı olsa bir dakika düşünmem. Bazen ifade edebildiğim yüzeysel problemler, derinlerdeki problemleri gizlemeye yardımcı oluyor. Yüzeysel problemlerim bazen sığınabileceğim tek sığınağım.

6 Ekim 2011 Perşembe

Hiçbir yalnızım dememe benzemiyor bu yalnızlık. Kelimenin sözlükteki anlamını ağlatacak bir yalnızlık bu. Yalnızlık, loneliness, einsamkeit... Hiçbir dilin tam anlamıyla ifade edemediği bir yalnızlık, savunmasızlık. Koca tarladaki tek buğday başağıymışsın gibi bir yalnızlık. Etrafın boş, çorak... Rüzgara karşı tek başına ayakta durmaya çalışıyormuşsun, her rüzgarda eğiliyor ama bu sefer iki büklüm kalıyormuşsun gibi bir yalnızlık. Her tanımın karşısında boş kaldığı bir yalnızlık bu seferki. Keşke, keşke hayali arkadaşlarımı çocukluğumda bırakmasaydım dedirten bir yalnızlık. Bu seferki yalnızlık çok yalın bir yalnızlık.

4 Ekim 2011 Salı


Sevdiğim birkaç cümle, birkaç şarkı, birkaç şiir dizesi, birkaç dizi, birkaç iyi insan.
Unutmadığım birkaç mimik, birkaç anı.
Küçük zaferler, minik başarılar, güzel hayaller, ufak mutluluklar.
Birkaç dost kazığı, birkaç yara, birkaç damla gözyaşı, birkaç kahkaha.
Biraz öz eleştiri, kendine kızma, biraz suçluluk duygusu.
Birkaç geçmiş acısı, birkaç kalp kırıklığı, birkaç kötü anı.
Biraz nefret, biraz sevgi.
Biraz boşluk, biraz anlamlandırılamayan his.
Birkaç yanlış, birkaç pişmanlık, birkaç hata.
Toplandıklarında kalan boş eller.
Boşa geçen 18 yıl.

1 Ekim 2011 Cumartesi

Hep daha fazlasını isterken elimizdekini de kaybediyoruz. Daha mutlu olayım diyip elimizdeki 3 gram mutluluktan da oluyoruz, beni daha çok sevsinler dedikçe nefret edilen biri oluyoruz, daha zengin olayım dedikçe beş parasız kalıyoruz, daha iyi bir hayatım olsun dedikçe zaten çekilmez olan hayatımızı daha da dayanılmaz hale getirip bırakıyoruz. Sanki elimizdekiler biz daha fazlasını istedikçe gücenip toplanıp gidiyorlarmış gibi.
Elimizde kıymetini bilemediklerimizi, ellerimiz boş kalınca arar hale geliyoruz. Giden gidiyor ama. Gelse de eski suretinde gelmiyor.
Gelenler hep gidenleri aratıyor. Elindeki 3 kuruşluk şeyleri arar hale geliyorsun. Derdin bile eskisi güzel.
Kim bilir şimdi kıymetini bilemediklerimiz yerine gelecekte neler gelecek.
Ha bu arada sakın daha kötü ne olabilir deme. Sakın yapma.
Lütfen.