30 Eylül 2011 Cuma

Yetenekler ihtiyaçlardan doğuyor bazen. Mesela yalancı kahkahalar konusunda çok yetenekli olabilirsin, bir de mutluluk rolleri konusunda. Sen mutsuzluğunu kendi yalnızlığında yaşarken etrafın kalabalıklaştıkça mecbur hissedersin kendini yalancı kahkahalara. Bak kahkaha atıyorum görüyor musun mutluyum dersin kalabalıklara ama kendini kandırmak başkalarını kandırmak kadar kolay olmuyor maalesef. Çünkü en nihayetinde mutsuzluğunun göğsüne yaptığı o basınçla baş başa kalan da sensin yine. Yüzündeki kasları kandırabilirsin ama göğsündeki ağrıyı, ruhundaki acıyı kandıramazsın işte.
Mutluyum ben, bak kahkahalar atıyorum işte.
Mutluyum.

29 Eylül 2011 Perşembe

Diyorum ya hayat çok tuhaf.

Gelen, gideni aratıyor hep. Dertler, problemler bile. 1 yıl önce senenin aynı zamanındaki dertlerini, problemlerini düşünüyorsun. Hani şu onlar yüzünden saatlerce, günlerce gözyaşı döktüğün, kendini mutsuz hissettiren problemlere sonra diyorsun ki keşke yine tek derdim onlar olsa. Onlar çok kolay altından kalkılacak problemler olduğundan değil de her yeni gelen katlanarak geldiğinden. Sen büyüyorsun zamanla, problemlerin de seninle büyüyor. Geçmişi özlerken geçmişin problemini, derdini bile özlüyorsun.

27 Eylül 2011 Salı

Mutluluğu da mutsuzluğu da ellerimizde tuttuğumuzu geç öğreniyoruz. 5 harflik bir kelimenin ucuna bağlı mutluluk ya da mutsuzluk. Karar. Yanlış bir kararda siliniveriyor bütün doğruların. O ana kadar kim olduğunun, neler yaptığının hiçbir önemi kalmıyor. Sayacın sıfırlanıyor birden. Yanlışlar doğrularını alıp götürüyor. Bir kere bir hata yapınca da ardı arkası kesilmiyor, sen daha fazla hata yapmak istemedikçe daha fazla hata yapıyorsun. Mutluluğu kovaladıkça mutsuz oluyorsun.

Hata yaptım. Çok büyük bir hata. Kaç yıl yaşayacağımı bilmediğim ömrümden yıllarımı çalan bir hata. Mutluluk için attığım adım, mutsuzluğa çıktı. Çok mutsuzum. Ağlasam geçecek ama ağlamayı bile adam gibi beceremediğim bir durumdayım. Göğsümdeki kaya gözyaşlarımı kayıp gidecek belki ama gözyaşlarım içime akıyor.
Gitsem gidemem, kalsam kalamam. Bütün yıl uğruna çalışıp başardığım şeyi şimdi yapamıyorum diye bırakamam. İnsanların daha fazla hakkımda konuşmasını kaldıramam. Yapamıyorum. Yeni bir dil, yeni bir şehir, yeni alışkanlıklar, yeni bir çevre... Büyümeye hazır değilim. İçim çıkarcasına yapmak istesem de yapamıyorum, yapamam. Kendimi biliyorum.
Bu sefer çok mutsuzum. Damarlarım yırtılırcasına, içim kanarcasına mutsuzum. Ne anlatabiliyorum ne de anlayabiliyorum.
Yapmam gerekenleri yapamamın mutsuzluğu, yapamadım diyecek olmanın mutsuzluğu. 
Bu kez uyumadan önce n'olur uyanmayayım diyecek kadar mutsuzum.
Hiçbir şey yapmayan, yapamayan bir insan uyanmamalı uykusundan.
Bu sefer çok mutsuzum. Bu sefer çok güçsüz, çok savunmasızım.
Bu sefer çok mutsuzum.

22 Eylül 2011 Perşembe

Büyüdüğüm için yapamayacağımdan şikayet edeceğim şeylerin başında ayağımı yere vura vura "Yapmayacağım!" dediğimde yapmadığım şeylerden artık bu yöntemle kurtulamamak geliyor. Ayaklarımı sürüye sürüye "Gitmeyeceğim!" demek hiçbir işe yaramıyor büyüdükçe. O gözü karalıktan, deli cesaretinden eser kalmıyor. Düşünmeden hareket etmeler yerini yıllık planlara bırakıyor. Planlamadan yapılan hareketlerin yerini yapılan hesaplar, kitaplar alıyor. Büyüdükçe hayallerin küçülüyor. Dünyayı değiştirmeyi umarken kendinde sevmediğin huyları değiştirmeyi dilemeye başlıyorsun. "Her şey güzel olacak"lar yerini "Bazı şeyler güzel olsa"ya bırakıyor.
Düşünüyorum da biz, büyüyerek çocukluk etmişiz. 
Turgut Uyar

21 Eylül 2011 Çarşamba

"Yaşamıyorum, sadece zaman geçiriyorum."

Artık insanlar biraz sussun istiyorum sadece. Kafamın içinde konuşan binlerce ses varken bir de etrafımda durmadan konuşan seslere tahammülüm gittikçe azalıyor. Kimsenin iyiliğimi falan da istemesini istemiyorum artık. Ne halim varsa görüyorum zaten, bari siz her halimi görmeyin. Kendimi kökleri çok derinlerde bir ağaç gibi hissediyorum. Yorgunum. Kafamı dinlemek bile istemiyorum. Kafamdaki sesler susmak bilmiyor zaten. Bir köşede üstümde battaniyemle uyuyayım sadece.

Kendimi kabuğu düşmüş kaplumbağa gibi hissettiğimi söylemiş miydim?

Kendimi bulunduğum yerlere ait hissedemiyorum. Hep bir eğretiyim sanki. Hep bir kalkıp gidecekmiş, hep Dünya dışında bir gezegene aitmişim gibi.

Aşka ihtiyacım yok, birine ihtiyacım var.

Aşk zırvasına hiç inanmadım ama şu sıralar birine ihtiyacım var. Gelsin, beynimi kendisiyle o kadar doldursun ki kendi kendime eziyet etmeme imkan vermesin. Bütün zamanımı alsın, kendi zamanı yapsın. Uyumak için yattığımda artık kendimden nefret etmek yerine kendimi düşünmek yerine onu düşüneyim. Onun için giyineyim. Kıracaksa da o kırsın. Çünkü insan kendini kırınca çok daha fazla kırıyor, çok daha fazla kırılıyor.
Ben ihtiyaç duyulmak istiyorum. Benim birisinin hayatında vazgeçilmez olmaya ihtiyacım var. Bütün boş vaktimi, egomu ve dikkatimi yiyip bitiricek birine ihtiyacım var. Bana bağımlı biri. Karşılıklı bağımlılık.
Ya da bilmiyorum. Aslında ihtiyacım olan budur belki. Benim zamanımı çalacak birine ihtiyacım var. Ben çok yoruldum kendimden.
Benim birine ihtiyacım var ama işte insan başka bir insana ihtiyaç duymamalı. Suya ihtiyaç duymalı, havaya ihtiyaç duymalı ama insan insana ihtiyaç duymamalı.
Ben aslında neye ihtiyacım olduğunu bilmiyorum.

19 Eylül 2011 Pazartesi

İnsanları sevmek istemiyorum.

Mesela pekala komidinin üzerindeki içi su dolu bardağı sevebilirim. Çünkü bir bardaktan asla bir beklentim olamaz.
İnsanları sevdiğimde beni seviyor mu ki, benim onun için düşündüklerimi o da benim için düşünüyor mu ki, her an bırakıp gider mi ki paranoyaklıklarını yaşarken yoruluyorum.
Sevdiysem ben bu duvarlara rağmen hayatıma aldıysam bir köşede dursun istiyorum. Arada arayım, sorayım istiyorum en azından. Çıkıp gitmesin istiyorum.
Ben en iyisi komidinin üstündeki içi su dolu bardağı seveyim. Ben onu kırmayayım, o beni kanatmasın, yaralamasın.

Kendinden sıkıldığın bir anda içinde bir yerde gitme isteği duyuyorsun. Hayatta sıkı sıkıya bağlanabileceğin pek bir şey bulamıyorsun ya, o isteğe bağlanıyorsun sen de tüm benliğinle. Gideceksin, gittiğin yere kendini götürmeyeceksin. Hayatın boşluk doldurmacadan ibaret. Olduğun sınavlardaki “fill in the blanks” köşeleri gibi. Bir şeyin yerini hep başka şeyle doldurmaya çalışıyorsun. Parçalar uygun değil dolmuyor tabi. Hayaller içinde gün görmeye bakıyorsun şarkıdaki gibi. Hayal kurdukça kuruyorsun. Her boşluğa bir hayal. Uzun süre bir hayale tutunuyorsun. Öyle ya hayatta pek şansın yok zaten. Sen gidip kendini bulacaksın, hayal bu ya. Hayallerinin gerçeklerinin, hayallerindeki gerçekler gibi olacağını düşünüyorsun. Küçüksün ama işte. Hayaller harikalar diyarına ait. Buraya değil. Hayaller hayalken mükemmel. Öyle bir dünyadasın ki hayal kurmak sadece hayal gücüyle olmuyor. O lanet olası cesarete sahip değilsen hayal bile kurmayacaksın. 
Gitmek gitmektir işte. İnsan kendine tokatı indirip bırakamıyor. Sen yine senle geliyorsun Kendine aramaya gidip kaybetmek de var. Herkes günü geldiğinde gidiyor, gidenleri görmek de üzüyor sadece.
Önce bütün çevren dağılıyor. Herkes kendi yolunu bulmaya çalışıyor. Büyüyorsun işte. Gidiyorsun. Büyümek üzüyor. Önce yıllarca yaşadığın evi, sokağı, şehri bırakıyorsun. 20 km gitmeye üşenirken 565 km gidiyorsun. Her gün evine gittiğin yolu kullanmıyorsun artık. Otobüste bile hep aynı koltuğa otururken çevreni, yaşadığın mekanı, şehrini değiştiriyorsun.
Sırf kendini sevmiyorsun diye kendini cezalandırıp duruyorsun. Gidiyorsun, kendin de geliyorsun. Sen, sana ceza verip yine sen çekiyorsun. Sen,senin başına çok iş açıyorsun.
Gitmek gitmektir işte. Gitmenin her türlüsü tuhaf. Gitmek cesaret istiyor. Kendini bırakıp gitmekse mümkün bile değil.

16 Eylül 2011 Cuma

Aslında ona gelen hiç olmamıştı ama gidenler sürüyleydi. İnsanlar ona gelmeden gidiyorlardı.

Sürekli savaştığım birisi var. Nefret ettiğim, bana çok çile çektiren biri. Hareketlerini, davranışlarını, konuşmalarını hiç sevmediğim, sürekli yargıladığım biri. Her kararından nefret ettiğim, kafasını duvarlara çarpmak istediğim biri. Huylarından nefret ettiğim, düşüncelerinden tiksindiğim, tüm karakteristik özelliklerini söküp atmak istediğim biri. Memnuniyetsizliğinden, çekingenliğinden, kötümserliğinden, pişmanlıklarından bıktığım biri. Artık tek cümlesine dahi tahammül edemediğim, bırakıp gitmek istediğim biri.
İnsan kendisini bırakıp gidemiyor ama.

Dün sabaha karşı kendimle konuştum
Ben hep kendime çıkan bir yokuştum
Yokuşun başında bir düşman vardı
Onu vurmaya gittim kendimle vuruştum.


Özdemir ASAF

Olur da bir gün çok saçma şeyler yapan biriyle karşılaşırsanız bilin ki o benim.

15 Eylül 2011 Perşembe

Hatalarda domino etkisi var adeta. Zincirleme kazalara sebep oluyor. Tek bir hataya bakıyor yaptığın bütün doğruların gitmesi.
Hayat da çoktan seçmeli bir sınav. Ancak 1 yanlış tüm doğruları götürüyor bu sefer. Bir hata bütün doğruların değerini kaybettiriyor.
Hangi yaşta yanlış kararlar vermeyeceksem o yaşta olmak istiyorum artık. Çünkü kendinden nefret etmek insanı çok yoruyor.

12 Eylül 2011 Pazartesi


İnsanların seni fazla tanımasına izin vermemelisin. İnsanlara anlattığın şeyler çoğaldıkça o oranda yargılanıyorsun ve ne kadar çok anlatırsan o kadar az tanınıyorsun aslında. Çünkü insanların duyduğu, senin anlattığın değil, kendi duymak istedikleri ve zaten senin anlattıkların da anlatmak istediklerin değil. Ayrıca şu var ki, seni en çok düşünen yine sensin. O yüzden bazen bencil olmak en iyisi. Herkes gider ama sen yine sana kalırsın.
Hayatta güzel bir burundan önce sahip olman gereken şeyler var bir de mesela. Cesaret ve kendi ayakların üzerinde durabilme gücü gibi mesela. Ya da özgüven ama hiçbirine sahip değilsen kolay gelsin o zaman. Fırtınalarda uçmamak için iyi bir yerlere tutun.

9 Eylül 2011 Cuma

İnsanların birbirinden farklı olduğunu kabul etmeyi reddediyoruz. İnsanları aynılaştırıyoruz. Verdikleri tepkileri aynılaştırıyoruz. Sadece birbirimizin hayatlarına karışmakla kalmıyoruz, birbirimizin hislerine de karışıyoruz. "Böyle bir durumda üzgün olamazsın, mutlu olmalısın."
Karşındaki insanın geçmişinin, karakterinin, duygularının, çevresinin bir önemi yok. Herkes belli durumlar için belirlenmiş tepkileri vermeli. Vermiyorsa, yargılamalı ve dışlamalıyız. Çünkü biz kendi bahçemizde dalımız olmadan başkalarının bahçesinde ağaçlık taslamaya bayılıyoruz.
Sahi ne zaman bu kontrol merakına düştük? Ne zaman bu kadar acımasızlaştık? Ne zaman dinlemeyi, anlamayı unuttuk?
Büyüdükçe kirlendiğimiz gibi kirletiyoruz.
Kendimi anlatmak için Tumblr'ım var, kısa konuşmak için Twitter'ım var ama en rahat, en geniş burada takılıyorum. En yargılanmadığım yer burası. Hitap ettiğim insanlar var mı, okunuyor muyum onu bile bilmiyorum. Yazıyorum, okuyorum, gidiyorum. Burayı zaman geçtikçe bakabilmek için, yaptıklarımı bilmek için daha güncel tutmalıyım.

7 Eylül 2011 Çarşamba

Bazı duyguları anlatmak için doğru kelimeleri üretmemişler.

Hani bazen olur ya, bir şeyler hissedersin ama anlatamazsın, yazamazsın. Tanımı yoktur çünkü. Hissedersin sen de sadece, göğsüne çöreklenmiş ağırlığı. Sanki tonlarca ağırlığında öküzler oturuyor göğsünün ortasında. Oturdukları yerden kaldırmak namümkün. Acıttıkça acıtır hani onların ağırlığı ama ne sen bilirsin sebebini, ne de anlatabilirsin. Hani olur işte. Bilirsin sen de. Sen anlatmadan anlaşılsın istersin, gözünden, bakışından. Anlatsan anlaşılmayan şeyler, anlatmadan anlaşılır mı? Hislerin içinden çıkmadıkça, huzuru da bulamazsın. Huzursuz, mutsuz, nalet olursun hani ama işte tam adı o da değil senin duygunun.
Sana kalan da tonlarca ağırlığındaki öküzlerinle mutlu yaşamak olur o zaman.

5 Eylül 2011 Pazartesi


http://fizy.com/#s/1c7jrw
Hayatın çocukluğumdaki gibi olduğu günleri özlüyorum. Bir şeyi yapmak istiyorsam, düşünmeden, korkmadan yaptığım; yapmak istemiyorsam hiçbir gücün yaptıramadığı zamanları özlüyorum. Yapmamak için sadece istememenin yettiği zamanları. Hayatın dolaylı olmadığı "istiyorum" ya da "istemiyorum" kelimeleri kadar net olduğu zamanları. Yaptığım her şeyin tek mantıklı açıklamasının "çocuk o" olduğu günleri. Çizgi film izlemek için erken kalktığım, paranın "oyuncak" demek olduğu zamanları. Bana sadece yabancı insanların şeker vererek zarar verebileceğini düşündüğüm yılları özlüyorum. Bir şeye sadece isteyerek sahip olabileceğimi düşündüğüm zamanları. İlk aşkımın hediye ettiği "patates baskı" ile yüzümde güllerin açtığı zamanları özlüyorum. Gelecekten beklentimin- sadece yerleri süpürmeyi sevdiğim için- çöpçü olmak olduğu günleri. Ananemin "Kabak Kız" masalını dinlediğim, oyunlarımda "masusçuktan" her şeyin gerçekleşebildiği günleri özlüyorum. Hayatın, basit, masum, masalsı ve kolay olduğu günleri özlüyorum.
Zamanı istediğiniz gibi yönetebildiğinizi düşünsenize. Çok hoşunuza giderdi değil mi? Ben çok isterdim mesela. Bazı anlara dönmek, bazı zaman dilimlerini atlayabilmek, bazılarını tekrar tekrar yaşayabilmek. Bütün acısını, zorluğunu bizim çektiğimiz hayatta böyle bir şansa sahip olabilseydik en azından. Bazı zaman dilimlerini, bazı zaman dilimlerinin zorluklarını atlayabilseydik. Olmuyor ama. Zaman bile senin istediğin gibi hareket etmiyor.

3 Eylül 2011 Cumartesi

http://fizy.com/#s/15go0y
Hayat, kendisinden öğrendiklerimi unutmayayım diye her fırsatta yeni sınavlar yaparak tazeletiyor öğrendiklerimi. Mesafelerimi her aştığımda sinyaller veriyor. Fazla yaklaştığımda renk değiştiriyor. Mesafelerimi korumam gerektiğini hatırlatıyor. Arayı açmak çok zor oluyor.Gözlerimi dolduran repliklerimi, gözlerimi dolduran replikleri, beynimin unutmayan, yankı yapan bir köşesine kaydediyor. Gerektiğinde çıkarıveriyor oradan. Yaralarımın kabuklarını kaldırıyor, tekrar tekrar kaynatıyor. Kabuk bağlanmasına izin vermiyor. Güvenin anlamlarından bahsediyor. Tekrar tekrar hatırlatıyor Güven’in güzel bir erkek ismi olduğunu ama asla bir duygu olmadığını. Gerçek olmadığını. Aynı hataları tekrarladığımda suratıma tokatını indiriyor tüm sadistliğiyle mazoşitliğe sebep oluyor. Kendimden nefret ettiriyor. Her başımı okşadığında saçlarım ellerinde kalıyor. İyiliğinin ardından kötülüğünü getirmeyi ihmal etmiyor. Benim dışımdakilere pembe gözlükleri uzatırken beni çıplak gözle bırakıyor. Hem kendimi suçlattırıyor, hem de beni suçlu bulmalarını sağlıyor. Aynı evde farklı pencerelerden farklı manzaralara baktırıyor. Bakanlar farkını kendi gözlerinde sansın diye. Hayat iyiyle kötüyü ayırt edilemeyecek bir çizgi halinde sunuyor bana. Ayırma yeteneğini yine bana bırakıyor. Vermeden almak istiyor. Verince 2 mislini alıyor.

1 Eylül 2011 Perşembe

Eylülde hayat başkadır.



Hayatta başıma gelen en kötü şey duygularım. Mümkün olsaydı duygularımı aldırmak isterdim.
İnsan olmak çok zor. Aynı anda hem mantığa hem duygulara sahip olmak çok zor. Duyguları olmayan robotik bir canlı olmayı yeğlerdim. O zaman karar almak, “doğru” karar olmak çok daha basit olurdu.
İnsanın içinde sürekli birbiriyle çatışan iki şeye sahip olması çok zor ve ben bu aralar bu ikisinin çatışmasına tahammül edemiyorum.
Mantık ne kadar doğruya giderse, duygular o kadar umursamıyor. O kadar umurlarında değil doğrular.
Boşluk, korku, kaygı, mutluluk, mutsuzluk, pişmanlık,  şüphe, umut, umutsuzluk, sevgi, nefret, şaşkınlık… Çok fazla duygu var. Baş edilemeyecek kadar çok duygu var ve bunlar bazen mantığını ele geçiriyor. İnsan olmak çok zor.